Kırmızı Kazak

 Kitap kritiği yazmak çok adedim değildir genelde okur ve iki üç cümle fikrimi söyler geçerim. Ama işte bazen de hakkında uzun uzun yazılacak şeyler okuyorum. Bu çok nadir oluyo ama bunun nadir olması benim için çok kıymetli zaten. Seçici bir okur olduğum için genel olarak iyi metinler okumaya öncelik veriyorum, öneriler elbette öneren kişi nazarında da öncelik sıramı alabiliyor. Kırmızı Kazak tam olarak böyle bir öneriydi. Zevkine güvendiğim dostların ortak müşterekte buluşmalarından feyz alarak okumaya başladım. Ve bu aşk böyle başladı gibi oldu. 

Meltem Gürle'yi birkaç yazısı dışında okumadım bu zamana kadar, genel olarak çağdaş edebiyatımızın beni tatmin etmemesinden kaynaklanan bir durumdan da kaynaklanıyor bu. Edebiyat sektöründeki networkün yozlaşması, ahbapçılık vs beni soğuttu bu alandan. Meltem hanım okusa eminim bana hak verir onu geç okuma sebebime. Her neyse neyle karşılaşacağımı bilmiyordum ve kitabın ilk sayfasını çevirdiğimde karşılaştığım önsözdeki samimiyetle kitap benim elimden sıkıca tuttu ve bizim çocukluğumuzun zamanda yolculuk programı olan yasemin'in penceresi başladı benim için. Önce çocukluğum çokomel kağıtlarından milliyet çocuk dergilerine o dergilerden topladığım maketlere onların o yeni basılmış kağıda benzeyen kokularına ve yavaş yavaş edebiyat sahnesine çıkmamı hatırladım. Kitaba ismini veren ikinci bölüm ve bir sonraki bölüm ise benim üniversiteye başlamadan önceki dönemim yani Tolstoy'a göre çocukluktan ilkgençliğe geçişime denk geliyo aşağı yukarı. Klasiklerle tanışmam ama bir isimden kaçarak uzaklaşmamla geçen dönem. O isim Dostoyevski evet. Meltem Gürle'nin kitap boyunca saygısını,minnetini yazdıklarıyla gösterdiği hatta aşkını itiraf ettiği Dostoyevski. Benim ise peygamber gibi gördüğüm o deha. Bana edebiyatın ne anlama geldiğini, edebiyatın ne olduğunu ve hayatımın nasıl ayrılmaz bir parçası olacağını öğreten adam.  Paltoyla başlayan, Madam Bovary ve Anna Karenina ile devam eden Ölü Canlar ile biten bir ilkgençlik ve kitabın belki de en can alıcı yeri dördüncü bölümü İncelikler Yüzünden, bugün böyle bir insan olmamın sebebi olan dönem, Tolstoycası ise İlkgençlikten, gençliğe girdiğim sancılı ve varoluş sancısıyla geçen dönem.

Dostoyevski'den kaçış sebebim tamamen hissi bir şeydi. İsmi bile ürkütüyordu. Düşünsenize Fyodor Mihaylovic Dostoyevski. Bizim lisede Milli Güvenlik dersine giren bir subay vardı üç isimli. Onun gibi ağzını dolduruyodu bu isim soyismi tekrar ettiğinde belki ondan ürküyordum bilmiyorum. Bir gün bir emrivaki ile hatta belki de yanlışlıkla okumaya başladığım ilk kitabı İnsancıklardan sonra feleğin çemberinden geçtim belki de. Meltem Gürle'nin de her bölümde farklı bir şekilde anlattığı gibi Dostoyevski'nin her kitabında biraz daha büyüdüm, edebiyatı,dünyayı ve insanları biraz daha tanıdım, yaşamı biraz daha ortaladım artık yetişkin olduğumu tamamıyla hissediyordum. Budala, Ölü Evinden Anılar, Suç ve Ceza, Ecinniler derken yeryüzünde üstüne çıkılamayacak o esere Karamazov Kardeşlere varan bir serüvendi bu dönem. Dostoyevski sayesinde bir çok şeyi de idrak etmeye başlamıştım. Mesela Nietzsche tanrıyı nasıl öldürmüştü, Dostoyevski sayesinde tanrının aslında vicdanımız olduğunu anlamıştım. Kendi kendimin tanrısı olmayı öğrenmiştim. Kitabın beşinci ve altıncı bölümündeki bu edebi anlamda olgunlaşmamın izdüşümlerini ve patriyarkal düzenden kopuşumu okudum adeta. Bu bölümde yazanlar feminist manifesto gibilerdi. Özellikle Charlotte Bronte'nin erkek mahlasıyla yazdıklarının takdir görmesi, ses getirmesinin ardından kadın kimliğinin ortaya çıkışından sonra gördüğü muameleyi o dönem öğrendiğimde kafamın içinde bir ses masaya yumruk vurdu, belki de feminizm akımına sorgusuz sualsiz desteğimin başladığı ilk andı o an. 

Kırmızı Kazak'ı okumaya keyifle devam ederken yedinci bölüme beni en çok etkileyen bölümlerden olan kısma geldiğimde ise peşime bir kamera takılmış ve beni senelerce takip etmiş gibi hissettiğim o bölüme sokaklara geldim. 559C ile olan duygusal bağımızın ortaklığına içinde yaşadıklarımız ve hissettiklerimize kadar aynı duyguları paylaşmaktan öylesiye keyif aldım ki. Sanırım kendimi aynada izlemekten farksızdı. Meltem Gürle'nin harika bir deneme yazarı olduğu kadar çok iyi bir gözlemci olduğunu tam olarak burada anladım. Bir kafede oturup el ele konuşan gençleri, meydandaki insanları tıpkı benim de yaptığım gibi konuşmalar yazıyordu başlarının üstlerindeki balonlara. Biliyor musunuz ben de tam olarak bunu yapmaya başladığım zaman karar verdim yazar olmaya. Bana o anı tekrar anımsattığı için bir kez daha minnet duydum Meltem hanıma. Çünkü son zamanlarda gelişen ve hala tam olarak defedemediğim kötü olaylar nedeniyle bu hevesimi biraz arka plana atmıştım. Ama Kırmızı Kazak'ı okuduktan sonra anladım ki ben bu dünyaya yazmaya gelmiştim. Benim bence en büyük meziyetim buydu bunun üzerine daha yoğun çalışmaya karar verdim. Ve geç olmadan yarın kaldığım yerden devam edeceğim.

Velhasıl kelam sözü toparlamak gerekirse Kırmızı Kazak özellikle çağdaş edebiyatımızın deneme alanında bir mihenk taşı olarak kabul edilmesi gerek bu kitap bunu fazlasıyla hak ediyor. Kitabı kitaplığımın en güzel yerine koyarken ara sıra içinden rastgele bir bölümünü okumak için sabırsızlanmaya başlıyorum bile. 


 

Comments

Popular Posts