save your tears

Bütün seslerin boğuk geldiği bir andı. Sesi hariç, bütün seslere sağır olmak istedim. O güne kadar hatırımda kalan, ezberlediğim bütün sesleri kökünden söküp, zifiri karanlığa atmak geçti içimden.

Ellerini yüzüme yaklaştırdı. Susturduğu bütün hisleri şimdi dile gelmişti. Parmakları inceydi, teni kumral, ruhu yorgun, gözleri dolu, saçları küt, ömrü rengarenk bir kadındı. Saçlarım, yavaşça, parmaklarının arasından akıyordu. Elleri, yüzümü tuttu. Başım avuçlarının arasında küçülürken, vücudunu alacakaranlığın koynuna sakladı. Kalp atışları hızlandı. Başını hafifçe kaldırdı, gözlerime baktı. Gözlerinde ufalanan koskoca bir dünya vardı. Bu bakışı o güne kadar hiçbir kadında gördüğümü hatırlamıyorum.

Gözlerinin önündeki bulutların arasında parçalı bulutlu bir gökyüzü vardı, bugüne hiçbir insan gözünün görmediğini hissettiriyordu. Gökyüzünü kimseye açmamıştı. Yeryüzünde hayata dair en naif ve en tatlı koku beyaz ojeli ince uzun parmaklarının arasında gizlenmişti. Başımı kendi başının hizasına getirdi. Yaklaştırdı. Burnu, burnuma dokundu. Kaşları hafif yukarı kalktı, parmak uçları dudaklarımı sıyırdı geçti.

Bir şeyler söylemek istediğinde önce sessizliğe gömülürdü. Çok tanımıyordum, buna izin vermiyordu. Ellerini yüzümde hissederken, alacakaranlıktan saklanamayan tek nesne ojesinin yarısı, zamana yenik düşmüş tırnaklarıydı.

Alnından süzülen ter, boynunu sıyırdı. Köprücük kemiğinin hizasında dağıldı. Eğildim, köprücük kemiğini öptüm. Hayatımda, geçmiş zamana dair, en çok kıskanacağım andı. Huzur şimdi ete kemiğe bürünmüştü ve ismini fazla kimsenin telaffuz etmediği kuytu bir Avrupa şehrinde vücudumun sol yanına uykuya teslim olmak üzereydi. Deniz kokusu tenine sinmişti. Kumral teni, bal rengi gözleri merakla bana bakıyordu. Uçuk pembe dudaklarının üzerine kendi elleriyle çizdiği bordo dünyası dudaklarında birikenleri anlatıyordu.

Dokunurken ellerim titredi. Ellerimi çektim. Saçlarının arasına ellerimi attım, okşayamadım. Öpmeye korktum, öpemedim. Bugüne kadar dokunduğum her ten için, ayrı öfkelendim kendime. Kulaklarımın ezberlediği her ses için ayrı nefret ettim o an. Kısacık bir an. Saniyenin onda biri kadar bir nefret parçası.

Parmaklarını, parmaklarıma kattı, sol elini boynumdan çekti. Serçe parmağıyla alnıma düşen saçımı sıyırdı. “günler geçecek, belki bu yüzüne başka eller dokunacak…” sesi kısıldı, sesi titredi, sesi inceldi. Kalp atışlarım ölümle yaşam arasında gidip geldi. “ama sen benim gerçekten dokunduğum ilk adam olarak kalacaksın.” Daha çok canım yandı, daha çok kızdım kendime. Sarılmak istedim, kollarım hareketsizdi. Canlı kalan son yanlarımla sarıldım. Tükenmeye yüz tutmuştuk.

Bu gece, tam yedi sene oldu. Bugün herkesten çok, kendi geçmişimi kıskandım. Aynaya bakamadım. Aynalardan kaçtım. Dudaklarının izi silindi, parmak uçlarının kokusunu unuttum, sesini seneler oldu duymadım. Çok özledim.

Comments

Popular Posts