Endless Wednesday

Hiçlik tanrısının azabında geçen yıllarımın yedincisindeyim,  bu yıl huzursuz haziran sendromuma mikailin yoğun sağanağı eşlik ediyor. Herkesin içinde ağlarsam yağmurda belli olmasın diye beni kamufle etmeye çabasında anladığım kadarıyla, şu inceliğe bakar mısınız?

Karanlık bir gecenin geç bir vaktinde kalkıyorum, elini tutup yürüdüğüm yolların en güzeli olan Muallim Naci'de yürüyorum, herkes her geceki uykusunu uyuyor. Şehrin ışıkları sulara vuruyor, yağmur suya vurunca suyun rengi açılıyor, suyun altında yüzen balıkları görebiliyorum hava karanlık olmasına rağmen. Sen yanımdaymış gibi parmağımla suyu işaret ediyorum bak diye. Yokluğuna alıştım, biliyorsun insanoğlu aşağılık bir canlıdır, her şeye alışır. Dostoyevski söylüyor bunu, ben söylesem belki istisnalar olabilir derdim ama o söyleyince iş başka. Alışıyorum çünkü alışmasam seni sensiz bu evrende yaşamaktan imtina edemezdim kendimi. Kendimi öldürme kaygılarımı bir yana bırakamazdım. Biliyorsun ki benim içimde belki de dünyanın geri kalanına yetecek yaşama sevinci var. Bu sevinci senin hüznünle boğamazdım, belki boğmak istedim ama yapamadım, yapamadıkça yanına gelip sana anlattım ve sana anlattıkça gördüm ki sen benim yaşam sevincimde saklısın. 

Ceylin, toprağa düştüğün yaşın beni kahrediyor, dünyadaki bütün felaketlerin dünyanın senin güneşinden sadece 25 yıl yararlandığı yüzünden olduğunu düşünüyorum. Ve bana bu korku dolu yüreğimle bir çarşamba günün nasıl olup da ''iyi'' diye nitelendirdiğimi sorarsan, açıklaması hiç de zor değil. Çünkü seni seviyorum, budala bir çakıl taşı deniz dibindeki bir yosuna nasıl sevip, sarmalanır, ona bağlanırsa ben de senin hatırana öyle bağımlıyım. 


Comments

Popular Posts