Lost in Heaven
Söylediklerini dinlerken önce harfler düşmeye başlıyordu başımdan aşağı, sonra yıldızlar. Gökyüzünü yere indirene dek yağmur gibi kayıyordu yıldızlar
Gemilerin hüznünü tatmış,sabah ayazda ormanlarda uyanmış,geçmişinin yıkıntılarının altında nefessiz kalmanın acısını duymuş öyle gelmişti yanıma.
Yağmur yağıyordu yaz günü, sanki çetin bir kış günü gibi kararıyor hava, gök kulakları sağır edercesine gürlüyor,ormanda yaşayan rengarenk papağanlar çığlık çığlığa kalıyorlardı, belki doğdukları ormanlara yağan sağanağı hatırlıyorlardı kim bilir.
Tuna'ya bakan taraçada bir tentenin altında asma yapraklarının üzerinde yağmurun dinmesini bekliyoruz, teni tenime değiyor, bedeni öyle sıcak ki teni meşale misali kendiliğinden alev alıyordu sanki. Ama gözleri de tam tersi öyle soğuk bakıyorlardı ki göz göze geldiği tüm nesneler buz olup yere düşüyor,paramparça oluveriyorlardı
Dudakları sevimli bir gülümsemeyle aralık,saçının bukleleri yarı açık giysisinin taşlarına takılıyor,muazzam bir saydamlıkla bedeninin hatları ortaya çıkıyordu.
Yaz kokularının geldiği,orta avrupa güneşinde kavrulmuş teni tuna nehrini parlatıyor,arduazları ısıtıyordu.
Dante'nin dediği gibi onun derinliklerine baktığımda evrende dağınık olan her şey sevgiyle tek bir cilt halinde birleşiyordu.
Yağmur diniyordu. ormanda yürüyüşe çıkıyorduk, orman sıklaştıkça karanlık derinleşiyordu.Elimden kayıp gidiyordu, rüzgar çıkıveriyordu. Tüm tozu toprağı döndürüp savuruyordu.Her yere sızıyordu bu toz, su birikintilerini bulandırıyor,diş etlerinin arasında çıtırdıyordu.
Gece olmuştu Turgut Uyar mısraları gibi göğe bakıyordum yolumu bulmak için, bu geceler dünya kadar eskiydi, kim bilir kaç milyonuncu geceydi ve o kayıptı. Henüz tüm parıltısına tanık olamamıştım. Ormanda karanlıkta bunu hissedebiliyordum.
Ormanın bittiği uçurumda beyaz elbisesinden tanıdım onu. Kollarını açmış rüzgarla dans ediyor gibi duruyordu. Sanki okyanusun dibine batmış eski bir uygarlıktı. Balıkların müdavimi olduğu bir medeniyet.
Onu görür görmez bir kıvılcım belirdi semada, gökyüzü tüm yıldızlarını ormana yağmış gibiydi sanki. Hayvanların gözleriydi bunlar, yaban kedilerinin,sincapların,baykuşların ve cırcır böceklerinin.
Bu ormanda bizden başka diğer canlıların.
O uçurum kenarında Kah Dostoyevski oldu, kah Kafka oldu,Poe olunca ellerimi tuttu, Nietzsche oldu omzumda ağladı.
Buradan götür beni dedi. Gardaki saat 9u gösteriyordu.Kolumdaki saatin yelkovanı akrebi sarmış hareket etmesini engelliyordu. Hayır hayır zaman durmuştu. Çünkü o benim yanımda nefes alıyordu.O benim yanımda iken zaman ve mekan kavramlarının nasıl yok olabileceğini görebilmiştim.
Şimdi onun yokluğunda zaman ve mekan kavramları beni öldüresiye dövüyorlar, Her saat başı gözlerinden öpebileceğim o kadın yok, artık tüm mekanlar bizim değil. Belgrad,Knez Mihailova caddesi,paris,kafka sokağı,viyana,tuna nehri,ada medjani,manchester,kabataş,arnavutköy,bebek,istiklal,kadıköy,moda sahili,caddebostan,assos,küçükkuyu. Artık onun ait olabildiği tek yer aşiyan, Tezer Özlünün komşusu gözümün bebeği.
Gemilerin hüznünü tatmış,sabah ayazda ormanlarda uyanmış,geçmişinin yıkıntılarının altında nefessiz kalmanın acısını duymuş öyle gelmişti yanıma.
Yağmur yağıyordu yaz günü, sanki çetin bir kış günü gibi kararıyor hava, gök kulakları sağır edercesine gürlüyor,ormanda yaşayan rengarenk papağanlar çığlık çığlığa kalıyorlardı, belki doğdukları ormanlara yağan sağanağı hatırlıyorlardı kim bilir.
Tuna'ya bakan taraçada bir tentenin altında asma yapraklarının üzerinde yağmurun dinmesini bekliyoruz, teni tenime değiyor, bedeni öyle sıcak ki teni meşale misali kendiliğinden alev alıyordu sanki. Ama gözleri de tam tersi öyle soğuk bakıyorlardı ki göz göze geldiği tüm nesneler buz olup yere düşüyor,paramparça oluveriyorlardı
Dudakları sevimli bir gülümsemeyle aralık,saçının bukleleri yarı açık giysisinin taşlarına takılıyor,muazzam bir saydamlıkla bedeninin hatları ortaya çıkıyordu.
Yaz kokularının geldiği,orta avrupa güneşinde kavrulmuş teni tuna nehrini parlatıyor,arduazları ısıtıyordu.
Dante'nin dediği gibi onun derinliklerine baktığımda evrende dağınık olan her şey sevgiyle tek bir cilt halinde birleşiyordu.
Yağmur diniyordu. ormanda yürüyüşe çıkıyorduk, orman sıklaştıkça karanlık derinleşiyordu.Elimden kayıp gidiyordu, rüzgar çıkıveriyordu. Tüm tozu toprağı döndürüp savuruyordu.Her yere sızıyordu bu toz, su birikintilerini bulandırıyor,diş etlerinin arasında çıtırdıyordu.
Gece olmuştu Turgut Uyar mısraları gibi göğe bakıyordum yolumu bulmak için, bu geceler dünya kadar eskiydi, kim bilir kaç milyonuncu geceydi ve o kayıptı. Henüz tüm parıltısına tanık olamamıştım. Ormanda karanlıkta bunu hissedebiliyordum.
Ormanın bittiği uçurumda beyaz elbisesinden tanıdım onu. Kollarını açmış rüzgarla dans ediyor gibi duruyordu. Sanki okyanusun dibine batmış eski bir uygarlıktı. Balıkların müdavimi olduğu bir medeniyet.
Onu görür görmez bir kıvılcım belirdi semada, gökyüzü tüm yıldızlarını ormana yağmış gibiydi sanki. Hayvanların gözleriydi bunlar, yaban kedilerinin,sincapların,baykuşların ve cırcır böceklerinin.
Bu ormanda bizden başka diğer canlıların.
O uçurum kenarında Kah Dostoyevski oldu, kah Kafka oldu,Poe olunca ellerimi tuttu, Nietzsche oldu omzumda ağladı.
Buradan götür beni dedi. Gardaki saat 9u gösteriyordu.Kolumdaki saatin yelkovanı akrebi sarmış hareket etmesini engelliyordu. Hayır hayır zaman durmuştu. Çünkü o benim yanımda nefes alıyordu.O benim yanımda iken zaman ve mekan kavramlarının nasıl yok olabileceğini görebilmiştim.
Şimdi onun yokluğunda zaman ve mekan kavramları beni öldüresiye dövüyorlar, Her saat başı gözlerinden öpebileceğim o kadın yok, artık tüm mekanlar bizim değil. Belgrad,Knez Mihailova caddesi,paris,kafka sokağı,viyana,tuna nehri,ada medjani,manchester,kabataş,arnavutköy,bebek,istiklal,kadıköy,moda sahili,caddebostan,assos,küçükkuyu. Artık onun ait olabildiği tek yer aşiyan, Tezer Özlünün komşusu gözümün bebeği.
Comments
Post a Comment