15.11.2016

Kuzgunların bile yuva yapmayı bıraktığı bir gündü.Bir kasım günü gece yarısı, yine her zaman gittiğim otelde,hep kaldığım odadayım.Kapının önünde akşam beslediğim kedilerin sesleri tümüyle yok olmuş. Ruhum karanlıklar içinde,geceden de karanlık. Sanki mezarlar beni yutmak için saldırıyor. Gün çabucak geçen bir an gibi,boş amaçsız ve renksiz.
Sonbahar çok geç gelmiş sonra da aniden parlayıp her şeyi sarıya boyamıştı. 
Otelden çıkmak zulüm gibi geliyordu.Oturuyordum pencerenin kenarına,dökülen yapraklara,kasvetli kırlara,ölü otlara,çıplak ağaçlara bakıyordum
gri gökyüzünden sürekli bir çiselti yağıyorken usulca mırıldanan rüzgarı dinliyordum.
Fahişelerle yaşayıp,Fitzgerald'a küfrediyorum. 
Kalbim aklıma iyi ve makul bir hayat için ne yaptığımı sorduğu zaman susup önüme bakmak zorunda kalıyorum.


Tam o günlerde yeşil renk süet ayakkabısı,piti kareli montu ve ayakkabısıyla uyumlu yeşil atkısı,yandan sarkıttığı üzerinde bir sürü şirin ıvır zıvırın takılı olduğu çantası,bal rengi saçları,hoş kokusu,muhteşem bacaklarıyla salınarak geçiyordu önümden.
Onunla o an göz göze geldiğimde gökdelenin tepesinden aşağı bakıyormuşum hissine kapılıyordum. Bacaklarım karıncalanıyordu,bedenim donup kalıyordu,başım dönüyordu.Anlamsız bir şaşkınlık,düşüncelerimin karmaşıklığı,belirgin olmayan bir dehşet,dilsiz bir beklenti,tuhaf bir merak,boşalamayan gözyaşların düğümlediği boğazda,dudaklarda boş,alaylı,zoraki bir gülümseme ve hiç kimseye yönelik olmayan saçma bir yalvarışa neden oluyordu.

gelişigüzel toplanmış saçların incecik boynuna dökülüverirdi ya ne severdim boynunu izlemeyi.

Comments

Popular Posts