12.02.2017
Hayatım şu sıralar tesadüflerin ışık tuttuğu bir tünelde geçiyor gibi.
Tesadüften ziyade dejavularda diyebiliriz, beni eskiye götürebilen sesler.
Bazı insanlar bazı mekanlarda sadece o anı yaşamak için bulunurlar bazen. Planlanmış şeyler değildir bunlar.Mesela Yann Tiersen şarkısıyla italyanın sokaklarında dans eden filistinli kız gibi, Gezi olaylarında parka atılan biber gazlarından sığınmak için kaçtığımız divan otelinin içinde protestocu ağzına kapattığı bandanasıyla oturmuş piyano başında mother journey'i çaldığı o an, yeteneğin isyanı.
Kaos'un ortasında kapıların,pencerelerin açık yerlerinden içeri sızan dumanların arasında olduğumuz yere çakılıp onu nefes bile almadan izlediğimiz o an.
Belgrad'ta ada medicadan dönerken Nikola Tesla müzesine giden sokaktaki çalgıcının kemanıyla gökteki yıldızları teker teker yeryüzüne düşürdüğü o an.
Şu aralar duyduğum şeyler bana bir şeyler anlatmak ister gibiler. Geçmişimin asla peşimi bırakmayacağını bildiğim gibi bende onunla avunmaktan asla vazgeçemeyecekmişim gibi hissediyorum.
Tamamen kendi kabuğuma çekildim, kimseyle konuşmuyorum.Yeni bir dönem sanki bu. Kabuk değiştiriyorum, içimden nasıl bir şey çıkacak onuda kestiremiyorum aslında.
Stendhal'in Parma Manastırına kapadım kendimi. Waterloo savaşını hatmediyorum. Napoleon Bonaporte'nin sürgüne gönderildiği adada onu zehirleyerek yavaş yavaş öldürüldüğü günlerdeyim.
Panzehirimi bulacağım dokunuşları yani bir mucizeyi bekliyorum.
Tesadüften ziyade dejavularda diyebiliriz, beni eskiye götürebilen sesler.
Bazı insanlar bazı mekanlarda sadece o anı yaşamak için bulunurlar bazen. Planlanmış şeyler değildir bunlar.Mesela Yann Tiersen şarkısıyla italyanın sokaklarında dans eden filistinli kız gibi, Gezi olaylarında parka atılan biber gazlarından sığınmak için kaçtığımız divan otelinin içinde protestocu ağzına kapattığı bandanasıyla oturmuş piyano başında mother journey'i çaldığı o an, yeteneğin isyanı.
Kaos'un ortasında kapıların,pencerelerin açık yerlerinden içeri sızan dumanların arasında olduğumuz yere çakılıp onu nefes bile almadan izlediğimiz o an.
Belgrad'ta ada medicadan dönerken Nikola Tesla müzesine giden sokaktaki çalgıcının kemanıyla gökteki yıldızları teker teker yeryüzüne düşürdüğü o an.
Şu aralar duyduğum şeyler bana bir şeyler anlatmak ister gibiler. Geçmişimin asla peşimi bırakmayacağını bildiğim gibi bende onunla avunmaktan asla vazgeçemeyecekmişim gibi hissediyorum.
Tamamen kendi kabuğuma çekildim, kimseyle konuşmuyorum.Yeni bir dönem sanki bu. Kabuk değiştiriyorum, içimden nasıl bir şey çıkacak onuda kestiremiyorum aslında.
Stendhal'in Parma Manastırına kapadım kendimi. Waterloo savaşını hatmediyorum. Napoleon Bonaporte'nin sürgüne gönderildiği adada onu zehirleyerek yavaş yavaş öldürüldüğü günlerdeyim.
Panzehirimi bulacağım dokunuşları yani bir mucizeyi bekliyorum.
Comments
Post a Comment